Sosyal Medya

Makale

Gayb’a Çilingir Bulunmaz

Toplumsal sözleÅŸmeler, insan iradesini sınırlayıcı buyurucu bir güç olabilir mi? Akıl ile arzuların çatışmasını ya da arzuların beklentilerini akla uygun hale getiren aldanmışlığı ne engelleyebilir? HissettiÄŸim bu sonsuzluk duygusu bana nereden geliyor? Ä°çgüdülerimi kendi haline bırakıp faytona koÅŸsam arınmak endiÅŸesine kapılmadan nasıl yaÅŸayabilirim? Bilinç dışından bana saldıran ÅŸeylerin doÄŸru tanımlanmasının yolu ve deÄŸeri nedir? Arayan ve araÅŸtıranlar için gerçeÄŸin insanın gördüklerinden daha fazlasını ihtiva ettiÄŸini tarih binlerce kez göstermediyse bu soruların zihne hücumunun nedeni daha ne olabilir ki?

Benzeri soruların olası cevaplarıyla her ÅŸeyi anlamlandırmaya ve zihnimizde tutarlı bir bütün kılmaya çalışıyoruz. EdindiÄŸiniz zemine göre bir taÅŸ parçası bazen basit bir kayaya bazen de Allah korkusundan daÄŸdan yuvarlanan bir olguya dönüÅŸüveriyor. Bir sineÄŸi Ä°lahî hikmetin gereÄŸine ya da bir depremi ibret almanın gerekçesine çeviren ÅŸey bu anlam arayışı deÄŸil mi? GörmediÄŸimiz ama adımız gibi bildiÄŸimiz ÅŸeyler var. Duygularımızın ve sezgilerimizin feveran ettiÄŸi alanlarda dengeli ve tutarlı olmanın yolu nedir? Hayatı bir bütün içinde kavrayamadığı sürece insan için yapıp etmelerinin anlamı kaybolup gider mi? Bir düÅŸünceyi dünya görüÅŸü içinde ideolojilerin konusu yapma ihtiyacı da bu kayıp hissinden kaynaklanıyor olmasın!

Ä°nsan, zihnini kuÅŸatan kavramlarla baÅŸ baÅŸa kaldığında eriÅŸebildiÄŸi her ÅŸeyi tanımlama gayreti içine giriyor. Buradan “YaÅŸama ait ilkeler edinmeliyim.” anlayışına ulaşılıyor ve bunu da tutarlı ve dengeli bir bütün içinde kalarak yapması gerekiyor. KiÅŸi hayatı boyunca yakalayabileceÄŸi üç beÅŸ teori ya da pratikle; aklın hisleri itmediÄŸi ve sezginin akılla çeliÅŸmediÄŸi bir anlam dünyası bulduÄŸunu sandığı her yol üstüne bir anıt dikip kendisi dışındakilerle yarış içine giriyor. Nitekim yüz yıldan fazla varlığını sürdüremeyen ideolojilere raÄŸmen hayatı bütün yönleriyle kavradığı iddiası insanın hala yeterince akıllanmadığını gösteriyor.

Taraf ya da karşı olun sadece zannederek hayatın her yönünü kurgulayamazsınız (4/157, 6/148). Yarım yamalak bilgilerle oluÅŸturacağınız kavramların içini, tam olarak dolduramazsınız (68/47). Özellikle gayb alanı size ne kadar aciz olduÄŸunuzu hissettirir. Evet, somuttan soyuta dimağımızı geliÅŸtirir, derinlik kazandırır ve maddenin sınırlarında kalmaktan kurtarır. Ama sonsuz açılımları içinde aradığı adresi bir türlü bulamayan bir ÅŸaÅŸkına da çevirebilir. Çerçevesi insan idrakine terkedilmiÅŸ tasavvurların nerede hangi egoları besleyeceÄŸini bilemezsiniz. Artık insan, asla bilemeyeceÄŸi bu alanda gezinmenin arka planında sadece merakının giderilmesine deÄŸil arzu ve isteklerinin TanrılaÅŸma sevdasına da hizmet ettiÄŸini, üretilen sahte din ve ideolojilerden öÄŸrenmiÅŸ olmalıdır.

MüÅŸrik Mekke aristokrasisinde gayb kapısını açtığı kabul edilen büyücü, kâhin ve arraflar, sonsuzlukta çizdikleri resimlerle, oligarÅŸik devletlerinin yüksek menfaatlerine katkı yapıyorlardı. Toplumun geleneksel deÄŸerlerine yükledikleri anlamlara gaybtan olduÄŸunu iddia ettikleri sembol ve haberlerle destek veriyorlardı. Mekke seçkinlerinin isteklerini, sosyal ve siyasi anlamda toplumun gündemi haline getirme görevi onlarındı. Bir ÅŸeyi olduÄŸundan farklı göstermenin bu mahir kurgucuları, ezilen ve horlanan kesimlerin kaderi üzerine düÄŸüm üstüne düÄŸüm atarak üflüyorlardı. Neticede oluÅŸturdukları piyasa hâsılatının kaymağı Mekke aÄŸalarının cebine girerken iÅŸlerin kötü gitmesinin faturasını bildikleri en büyük Ä°lah’a yani Allah’a kesiyorlardı. Hz. Muhammed’in yaptığı ilk iÅŸlerden biri bu hâsılatı paylaÅŸma tekliflerini reddederek “tenzih” çerçevesinde bu faturalara yeni ve doÄŸru bir adres bulmak olmuÅŸtur. O düÄŸümlere üfleyen ve hemen her ÅŸeyi Mekke aristokrasinin çıkarlarına göre kurgulayan büyücülerin ÅŸerrinden, bir yandan Allah’a diÄŸer yandan toplumun müÅŸterek çıkarlarına ve ortak aklın çıkarımlarına sığınıyordu. Zulmün diz boyu gezindiÄŸi bir sahada, yüksek ahlakıyla ekmeÄŸini bölüÅŸerek büyü bozuyor ve sahte kurgularla sindirilmiÅŸ halka, statükonun ürettiÄŸi öcülere karşı cesaret aşılamaya çalışıyordu. Ä°ÅŸte, Mekke sokaklarında yalınayak gezen siyahî bir HabeÅŸliyi, Ebu Cehil’le eÅŸit kılan düzey, bu çabaların sonunda gerçekleÅŸebilmiÅŸtir. MüÅŸrik seçkinciliÄŸi kahrettirip belini kıran ÅŸey, bir gömlek ve çarıkla yola çıkıp günde bir iki hurma yiyerek ÅŸehirlerin anası Mekke’yi fetheden bir çobanın, onurlu yürüyüÅŸüdür. Nasıl olmasın ki? Ä°yilik ve adalet karşısında, küstahlık ve zulmün kazandığı nerede görülmüÅŸtür?

 

Gayb’ı Bilmek

Ä°man, bir anlamda “emniyet” demektir. Allah’a güvenmek. Bu güven aynı zamanda imana konu olabilecek bilginin düzeyiyle de ilgilidir. Nitekim bu bilginin zandan uzak kalarak “kesinlik” ifade etmesi gerektiÄŸi bilinir. Bu anlamda, ÅŸüphe edilemeyecek kesinlikte elimizdeki tek bilgi kaynağının, ancak; Kur’an olduÄŸu söylenebilir. Bir ÅŸeyin imana konu olabilmesi için Kur’an’da yer alması gerekir. Kur’an dışında bir kanaat, görüÅŸ ya da yorum sahibi olabilirsiniz. Ama iman sahibi olamazsınız. Bu yaklaşım, inanma eÄŸiliminde olan bir insanı korur ve muhafaza eder. Abuk sabuk ÅŸeylere inanmak zorunda kalmaktan kurtarır. Hurafe ve batıl ÅŸeylere inanmasını önleyerek rahatlatır. Daha da önemlisi; inandıklarıyla yaÅŸadıkları arasında olumlu ve birebir iliÅŸki kurabilir. Böylece iki yüzlülükten ve benlik çatışmalarından kurtulur. Artık anlamsızlığın kara deliklerinden ve ümitsizliÄŸin dalga üstüne dalgayla gelen derin gölgelerinden güvenli bir limana sığınabilir.

Gayb, insan idrakinin dışında kalan konulara verilen addır. GeçmiÅŸ ve gelecek bilgilerini de içerir. Fakat biz gayb derken genellikle algılarımızın dışında kalan varlık türlerini konu ediniriz. Bunlar hiçbir ÅŸart altında insan kavrayışına giremeyecek konulardır. Gayb, imana konu olan yönüyle önemli ve temel konulardan biri olarak karşımıza çıkar. Bu sahanın görülmeyen boÅŸluklarını doldurma çabaları beraberinde kaÅŸ yapayım derken göz çıkarılan bir tehlikeyi davet etmektedir. Ayrıca insanların beklentilerini seslendirebileceÄŸi yönüyle de spekülasyonlara dönük bir tarafı olduÄŸu çok açıktır. Hâlbuki inançla olan iliÅŸkisi onu dikkatle ele almayı gerektirirken maalesef hemen herkesin konuÅŸabileceÄŸi ve konuÅŸtuÄŸu bir alan konumundadır.

Neyse ki Kur’an’ın söz konusu ettiÄŸi gayba ait her bir objenin inanç sahibine olumlu bir geri dönüÅŸü vardır. Kimse inandığı ÅŸeyler uÄŸruna bir kayıp yaÅŸamaz. Bunun tek ÅŸartı, meselelerin doÄŸu anlaşılması ve gayb konularının Kur’an’la sınırlı kalmasıdır. Kur’an’da söz konusu edilen gayba ait verilerin doÄŸru anlaşılması hayati bir öneme sahiptir. Bu çerçeveyi aÅŸmadığı sürece bu alanın en azından insan psikolojisinde müspet bir karşılığı vardır. Kur’an’da öncelikle gayb alanına giren konularla ilgili olarak verilen bilgiler özenle seçilmiÅŸ ve muhatabın zarar görmeyeceÄŸi sınırda tutulmuÅŸtur. Nitekim Kur’an’da; gaybı bilmek, öÄŸrenmek ve ona muttali olmak gibi bir amaç da asla gözetilmemiÅŸ ve gösterilmemiÅŸtir.

Allah’ın kendisi de “gayb” dır. Böyle olması insan özgürlüÄŸü açısından gayet olumludur. Kendini göstermemesi, kullarına tanıdığı özgürlük alanının olabildiÄŸince geniÅŸ algılanmasına neden olmuÅŸtur.

Allah dışında kimse gaybı bilemez. Allah’ın vahiy indirdiÄŸi süreçte Resulleriyle girdiÄŸi iliÅŸki sadece “emr” iletmeye dayalı donuk ve kuru bir iliÅŸki olmayabilir. Nitekim adına ister ilham ister sezgi isterse öngörü ya da ikram deyin onun inanan kullarıyla sayısız iliÅŸki biçimi geliÅŸtirebileceÄŸi de bir vakıadır. Ancak sözlü olarak baÅŸlayan ve devamında yazıya dökülen “vahiy metinleri”yle ilgili olarak konuÅŸtuÄŸumuzda elimizde “Kitap” dışında bir vahiy yoktur. Bizi baÄŸlayan taraf Allah’ın elçileriyle girdiÄŸi ve belki de önemli bir kısmı o günün ÅŸartlarında onlara yardım etmek maksadına matuf özel diyaloglar deÄŸildir. Aslolan iÅŸlevsel ve bize örnek teÅŸkil edebilecek konulardır. Bizim için önemli olan ÅŸey öncelikle Kur’an’a denk baÅŸka bir sözün olamayacağıdır. Nitekim Allah’ın onlarla girdiÄŸi bu iliÅŸki biçiminin sadece Kitab’a yansıyan yönü bizim için baÄŸlayıcı bir veri olabilir (3/179, 72/26–27). Kur’an’dan çıkarılacak ilkeler ışığında herkes kendi özel iliÅŸkisini ayrıca inÅŸa eder. BaÅŸka bir ifade ile Allah’ın size yardım edeceÄŸi durumları daha önceki uygulamalardan hareketle kestirebilirsiniz. Ama bunun nasıl, ne zaman ve ne ÅŸekilde gerçekleÅŸeceÄŸi, size ait yepyeni bir tecrübedir. Ayrıca bütün saygıdeÄŸerliÄŸine raÄŸmen Kur’an’da ki gayba ait bilgiler dışında Resullere yakıştırılacak ve vahiy ürünü sayılabilecek bir “bilgi”, beraberinde insanlara da vasıf olacaktır. Burada vahyi “ilham”a mucizeyi de “keramet”e dönüÅŸtürmeye hiç gerek yoktur. Zaten Rabb’iyle iliÅŸki kurabilmiÅŸ herkese onun yardım ettiÄŸi çok açıktır. Zira Allah’ın gazabında olduÄŸu gibi rahmetini gerçekleÅŸtirme ÅŸekillerinin çokluÄŸu bu konuda özel bir tanım yapmamızı neredeyse imkânsız hale getirmektedir.

“… O, her gün kendini bambaÅŸka (ÅŸaÅŸkınlık verici) bir yolla ifade eder.” (Rahman, 55/29)

Gayba iliÅŸkin geçmiÅŸ ve gelecek bilgisinin bir güç gösterisine dönüÅŸerek insanlar arsında sınıf ve statü farklarının doÄŸmasına yol açmasına müsaade etmemek için gaybın kapısı kapatılmıştır (7/188). Ä°nsanların kandırılması ve sömürülmesine yol açmasın diye bu kapı mühürlenerek Kur’an’daki bilgiler dışında bilinemezliÄŸin üstüne bir din ve iman kurgulanması yasaklanmıştır. Bu gün yaÅŸadığımız ortamda pek çok grup ya da akımın mistik kurgularla tanımladıkları yeÅŸil, kırmızı ya da özel kitap tasvirlerini hatırlamak gerekir. Herkes, ÅŸifreli ve gizemli hakikatlerin bilgisine sahip olduÄŸunu bu yollarla anlatmak istemektedir. Sonuçta böylesi iddia sahiplerinin; bu yolla, itaat bekledikleri müntesip, mürit veya üyelerini motive etmeyi ve kendilerine baÄŸlamayı hedefledikleri bellidir. Kur’an’da vahye raÄŸmen herhangi bir ÅŸekilde bu bilgileri elde etme teÅŸebbüslerinin mümkün olamayacağı mecaz yoluyla ÅŸöyle anlatılmıştır;

 “Ve (zaman oldu) biz göÄŸe uzandık ama onu güçlü muhafızlar ve alevlerle dolu bulduk.” (Cin, 72/8)

“Gerçekten de, Biz gökyüzüne büyük takımyıldızları serpiÅŸtirdik ve onları, seyredenler için süsleyip bezedik. Ve onları kovulmuÅŸ her türlü ÅŸeytani güce karşı koruma altına aldık; öyle ki, ((göÄŸün) sırlarını) çalmaya kalkışacak olan(lar)ın ardına hemen parlak bir alev takılır.” (Hicr, 15/16–18)

Bu ayetlerle anlatılmak istenen muhatapların sadece Kur’an’a yönelmelerinin gereÄŸidir. Onun dışında gerçeÄŸi ya da geleceÄŸi yakalama teÅŸebbüslerinin atıl kalacağıdır. Nitekim Allah’ı dikkate almayan onun indirdiÄŸi vahyi önemsemeyen ve sonuç itibariyle vahyin dışında bir alana yönelerek hayat algısı, dünya görüÅŸü veya geleceÄŸe yönelik menfaat beklentisi içinde sorun çözmek ya da çözüm üretmek isteyenlerin düÅŸ kırıklığına uÄŸrayacakları ifade edilmek istenmiÅŸtir. Ayrıca cahil ve müÅŸrik insanların Kur’an’ın indiriliÅŸi ile ilgili olarak kurguladıkları vehimlerin aslının olmadığı ve olamayacağı dile getirilmiÅŸtir (41/42). Böylece duyuları ile kavrayamadıkları güçlere (körcesine) tapanların (34/41) ve ürettikleri senaryolardan hareketle insanları sömürenlerin gaybı betimleme çabalarının önüne geçilmek istenmiÅŸtir.

“Yoksa (bütün mevcudatın) gizli gerçekliÄŸinin, (zamanı geldiÄŸinde) yazabilmeleri için kendi kavrayış alanları içine gireceÄŸi(ni mi sanıyorlar)?” (Tur, 52 /41)

Gayb’a Kitap’ın verdiÄŸi haberler dışında eklemeler yapmak vahyin yanı sıra ona denk bir güç ya da güçlüler sınıfı edinmek anlamına da gelecektir. Hem veren hem de alan tasavvuru açısından bu böyledir. Allah dışında gabya ait fenomenlere onunla soy bağı kurarak güç atfetmek insanın başını belaya sokar. Bir ÅŸeye tapınmanın ilk merhalesi bu güç atfıyla ortaya çıkar. Nitekim “Allah’tan baÅŸka Ä°lah yoktur.” derken bu sözün geçerliliÄŸini saha olarak görülen ve görülemeyen âlemlerin her ikisini de hesaba katarak söylemek icap eder. Ayrıca Kur’an ile sınırlı tutulmadan oluÅŸturulacak gayba ait bilgi düzeyinin “yeni” verilere dayanması durumunda bu bilgileri edindiÄŸi var sayılacak kiÅŸiler için de ayrı bir “deÄŸer” ölçüsü ortaya çıkacaktır. Hâlbuki sübjektif görülere dayanacak böylesine teÅŸebbüslerin hiçbir ayarı yoktur. Zira bilgili bir kiÅŸinin deÄŸeri ve önemi; Allah ile özel bir iliÅŸki içinde olmasından ziyade bu bilgisinin fert ve topluma kattığı artı deÄŸerlere göre ölçüldüÄŸü zaman bir anlam taşımalıdır. Ä°nanan biri nezdinde bir yetimi sahiplenmek ya da komÅŸusu açken tok yatmamak, cin çıkartmaktan ya da geleceÄŸe ait ÅŸifreli çıkarımlarda bulunmaktan daha kıymetli olmadığı sürece gerçek erdem ve buna dayalı bir baÅŸarı asla yakalanamayacaktır. Gayb’ın kapısı açık durdukça oluÅŸacak cereyandan en ziyade yine inandığını söyleyen insanlar zarar görüp hastalanacaktır.

 

Gayb’a Yönelmek

Din, sadece inandığı iddiasında olanlara ait ve hayatın bir kısmında yaÅŸanılacak bir olgu deÄŸildir. Bu anlamda inkâr etmekte olduÄŸu gibi Allah’a teslim olmak da bir süreçtir. Ä°man iddiası, baÅŸlangıç ve temel bir saiktir. Eylemden yoksun kuru kuruya bir iman ölçü tutmaz. Dinin varlık sebebi, bu dünyada insanların mutlu ve huzurlu olmasıdır. Zaten Kur’an’ın amacı yaÅŸadığımız dünyayı ÅŸekillendirmektir. Nitekim insan ve toplum iliÅŸkilerine dair yüzlerce ayet bulabilirken gayba ait konularda Kur’an’da fazla bilgi verilmemesi onun yüzünün dünyaya yönelik olduÄŸunu gösterir. Kur’an’da insanın dünyasını anlamlandırmasına, ÅŸekillendirmesine ve bunu saÄŸlamak adına onu güdülemesine yetecek kadar gayba ait malzeme sunulmuÅŸtur. Ayrıca insanın kendi hayatıyla ilgili ahlakî sorumluluklarını bir tarafa bırakarak kendi başına gayba ait sahaya girmek istemesi samimi bulunmamıştır. Mekke müÅŸriklerinin tavrı tam olarak budur. Onlar, yaptıkları haksızlıklar ya da ihmal ve tehir ettikleri sorumluluklarıyla ilgili olarak sürekli olarak topu taca atmışlar ve tartışmaların zeminini gayba taşımaya çalışmışlardır. Hatta bu hileli ve tartışmacı tutumlarından olsa gerek peygamberimizin gayba ait verdiÄŸi bilgileri az bulmuÅŸlar ve alaycı bir üslupla ondan daha fazla bilgi talep etmiÅŸlerdir. Güya bu samimi talepleriyle Resul’ün olaÄŸanüstü ketum tavrını eleÅŸtirdiklerinde onlara ÅŸu cevap verilmiÅŸtir;

“O, gayb hakkında cimri deÄŸildir.” (Tekvir, 81/24)

Yani;

O, gayb hakkında kıskançlık yapmaz.

O, gaybın bilgilerini (sizden) esirgemez.

O, gayb hakkında töhmet altında tutulamaz.

O, gayb hakkında (verdiÄŸi haberlerden dolayı) suçlanamaz.

Yani;

“Bu kadar. Daha fazlası yok. O’nu bu konuda suçlayamazsınız. O da sizin gibi bir insan. Biz anlatmadığımız sürece o nasıl bilebilir ki? Bizce en deÄŸerli ÅŸey yüksek ahlak ve sorumluluk sahibi olmaktır. Gaybı daha fazla bilmenizin size bir faydası yok. Bir yetimin başını okÅŸamayı, bir fakiri doyurmayı ve zulme karşı olup adaleti savunmayı ilke edinmediÄŸiniz sürece din ve insanlıkla da alakanız olmayacak. Bunu böyle bilin.” denmek istenmiÅŸtir.

Gayb, aynı zamanda geçmiÅŸ ve geleceÄŸin bilgisidir. Zira müÅŸriklerin gayb ile ilgileri öylesine alaycı ve çıkarcıdır ki Allah onların bu beklentilerini kırmak ve hasbi bir tavır almalarını saÄŸlamak için Resul’üne ÅŸöyle demesini emretmiÅŸtir;

“Size ben, ‘Allah’ın hazineleri yanımdadır.’, demiyorum; gaybı da bilmem. ‘Ben bir meleÄŸim.’ de demiyorum.” (Hud, 11/31)

Yani;

Ben sizi zengin ve dokunulmaz yapmayı değil,

Onurunuzu kurtarmaya çalışıyorum.

GöremediÄŸiniz ÅŸeyleri önünüze koyacak deÄŸilim.

Tam tersi, dünyada ilkeli bir duruÅŸ öneriyorum.

Bir de lütfen kusurlarımı dini yalanlamak için gerekçelere dönüÅŸtürmeyin.

 

Yukarıdaki ayetin çevresine bakıldığında;

Allah’ın Resul’ü (Nuh);

“Allah’tan baÅŸkasına ibadet ve kulluk etmeyin. DoÄŸrusu ben sizin adınıza elem dolu bir günün azabından korkuyorum.” (11/26) diyor.

Yani;

Resul; “Sizin içinde bulunduÄŸunuz durumun kötü sonuçlar doÄŸuracağından endiÅŸeleniyorum. Saygı ve sevgilerinizin odaklandığı ÅŸeylerin sizi körü körüne taklide ittiÄŸini görmüyor musunuz? Kendinize layık görmediÄŸiniz ortak iliÅŸkileri Allah’a yakıştırmak da ne demek oluyor? Gelin, Allah dışında kimsenin baÅŸka bir hemcinsi önünde eÄŸilmek ve küçük düÅŸmek zorunda bırakılmayacağı bir dünya kuralım, ne dersiniz?” diyordu.

Onlar;

“…Biz senin kiÅŸiliÄŸinde bizim gibi ölümlü bir insandan baÅŸka bir ÅŸey görmüyoruz.‘Üstelik hemen ilk bakışta, içimizde, aÅŸağı tabakadan bir takım (dar görüÅŸlü) insanların dışında kimsenin seni izlediÄŸini de görmüyoruz; dolayısıyla, bize karşı bir üstünlüÄŸünüz olduÄŸu görüÅŸünde deÄŸiliz; tersine, yalancı kimseler olduÄŸunuzu sanıyoruz!’ “ (11/27) diyorlar.

Yani;

Onlar; “Gökten haber veren bir ölümlü ha! Köle ve fakir insanlarla bizi eÅŸit sayan bu tavrın da neyin nesi? Gücümüzü ne diye baÅŸkaları ile paylaÅŸalım ki? Ä°ki hurmayla kandırılabilecek bu garibanları arkana taktın diye kendini ne sanıyorsun? Basit görüÅŸlü bu ayak takımının desteÄŸinden ne umuyorsun? Anlaşılan sen baÅŸa geçip güçlü olmak için bahaneler ve gerekçeler uyduran bir yalancısın.” diyorlardı.

Allah’ın Resul’ü (Nuh);

“ ‘Ey kavmim!’ dedi, ‘Ne dersiniz, ya benim, Rabb’imin katından apaçık bir kanıta dayandığım; Onun katından bana (aydınlatıcı) bir rahmetin, (bir vahyin) bahÅŸedildiÄŸi doÄŸruysa ve siz de buna karşı kör kalmışsanız, söyleyin, hoÅŸunuza gitmediÄŸi halde onu görüp fark etmeniz için sizi zorlayabilir miyiz? Ey kavmim; üstelik bu mesaj(ı size ulaÅŸtırdığım) için sizden bir çıkar da ummuyorum (bir ücret de istemiyorum), benim (çabalarımın) karşılığı ancak Allah katındadır.“ (11/28, 29) diyor.

Yani;

Resul; “Adaleti saÄŸlamak adına huzur ve mutluluÄŸu herkesin hak ettiÄŸini düÅŸünüp kabul etmeniz dışında sizi herhangi bir ÅŸeye zorluyor muyum? Ne zaman kendim için sizden bir ÅŸey istedim de beni böyle samimiyetsizlikle suçlayabiliyorsunuz? Gene siz iktidar olun yine zengin kalın ama insanlar açlıktan ölmesin, güçlü olan zayıfı ezmesin, ezemesin. Devlet, birileri elinde bir güç gösterisine dönüÅŸmesin. Fırsatları paylaÅŸalım da tekeller oluÅŸmasın. Hadi böyle bir toplum kuralım ve siz bizim onurlu ve ÅŸefkatli büyüklerimiz olarak kalın. Olmaz mı?” diyordu.

 

Onlar;

“…Ey Nuh, bizimle çok tartıştın, tartışmayı (gereksiz yere) fazla uzattın. EÄŸer doÄŸru sözlü kimselerdensen artık getir ÅŸu bizi tehdit edip durduÄŸun ÅŸeyi!“ (11/32) diyorlar.

Yani;

Onlar; “Tartışmayı fakir fukaraya getirip canımızı sıkma. Ezilenlerin avukatı sen misin?  Sen dünyayı bize bırak. Biz kime ne kadar ne vereceÄŸimizi biliriz. Üstelik bu zavallılara saÄŸladığımız istihdam ve imkânları ayrıca tapınmalarına tanıdığımız özgürlüÄŸü görmüyor musun? Allah’ı inkâr mı ettik? Kâbe’nin kapısına kilit mi vurduk? Senin bu sosyal adalet, özgürlük ve eÅŸitlik söylemlerinin arkasına sığınarak asıl niyetini sakladığını düÅŸünüyoruz. Sen ‘Åžu helak olursunuz.’ diyip durduÄŸun ÅŸeyi bir gerçekleÅŸtir de Allah dediÄŸinin katındaki itibarını ve gücünü bir görelim. Mesela başımıza taÅŸ yaÄŸdırsan da bir anlasak neyin ne olduÄŸunu.” diyorlardı.

Dikkat ederseniz burada Resul’ün dilinde; toplumda kimsesiz, fakir ve sahipsiz insanlara yönelik sınıfsal bir tavrın reddediliÅŸi vardır. Ama her zaman olduÄŸu gibi müÅŸrikler yaptıkları haksızlık ve zulümlerden vazgeçerek sosyal adaleti gerçekleÅŸtirmek yerine gayba ait bir tartışma baÅŸlatmak istemektedirler. Gökten bir müdahale olmadan gerçeÄŸi kabul etmeyeceklerini söylemektedirler. Ä°nsanın doÄŸru olanı kabul etmesi için başına taÅŸ yaÄŸması gerektiÄŸi nerede görülmüÅŸ? Allah yeryüzünde konuÅŸmak istedikçe onlar bu tartışmaları gökyüzünde sürdürmek eÄŸilimindedirler. Çünkü gayb yeryüzünde haksız yere büyüklenenlerin istedikleri gibi ÅŸekillendirebildikleri bir saha görünümündedir. Onlar Allah’ı gök tanrısı, dini de gayba ait veriler dünyası kılınca egemenliklerine bir zarar gelmeyeceÄŸini düÅŸünerek kasıtlı olarak böyle hareket etmektedirler (6/50). Din edinmek adına gaybı boÅŸ ve anlamsızlığın zararsız bir karşılığı olarak görmektedirler. Böylelikle dini inkâr etmenin ince ayar baÅŸka bir yolunu bulmuÅŸ gözükmektedirler.

MüÅŸriklerin kendilerine doÄŸru yolu gösteren muhataplarının samimiyetlerini gayba ait bir sahneyle tamamlamalarını istemeleri hakikate dair bir arayışlarının olmadığını yeterince gösterir. Aslında onlar için sözün ve gerçeÄŸin kendilerine menfaat saÄŸlamadığı sürece kıymeti yoktur (24/49). Kulağına kar suyu kaçmış bu tipler, anlamak ÅŸöyle dursun, dinlemek zahmetinde bile bulunmazlar.

O tarihte Mekke’de geziyor olsaydınız onlarca evde karı-koca kavgası, yüzlerce evde kimsesizliÄŸin baskısını ve sokaklarda kurumuÅŸ bir kemik parçası bulurum ümidiyle toprakta gezinen binlerce göz bulabilirdiniz. Resul; onlara, “Bir toplumun helakinin sadece baÅŸlarına taÅŸ yaÄŸmakla olmayacağını nasıl anlatabilirim?” diye çırpınıyordu. Fakat ne sahipsiz bir yetimin iç çekiÅŸi ne de karnı guruldayan bir yoksulun sönük bakışlarından çıkan yetersiz bir ışık onların vicdan ve insafını harekete geçirmeye ve aydınlatmaya yetmiyordu. Yaratılışın seyredebilecekleri hiçbir ayetinin deÄŸeri, onların zihninde Ümmü Cemile’nin boynundaki meÅŸhur gerdanlığın saÄŸladığı itibara bir türlü denk düÅŸmüyordu. Ä°ÅŸte onların doÄŸruyu söyleyen insanlara karşı gündem saptıran bu piÅŸkin tavırlarıyla yaptıkları haksızlıklara meÅŸru bir ayar çekememeleri için gayb kapısı kapatıldı. Bundan sonra her ne oluyorsa sorumluları bu dünyada aransın ve gerçeÄŸi söyleyenlerden artık gayba ait veriler istemekten ümitlerini kessinler diye.

Kur’an’ın pek çok yerinde aynı tavrı ve izleri görebilirsiniz.

 

Resul; “Haksızlık yapmayın.” der

Onlar; “Bize Allah’ı göster.” derler.

Resul; “Ölçüyü kaçırmayın, adaletli olun.” der.

Onlar; “Bize melekleri göster.” derler.

Resul; “Emanetlerinizi koruyun.” der

Onlar; “Başımıza taÅŸ yaÄŸdırsana.” derler.

Resul; “Ä°nsanları küçük görmeyin.” der.

Onlar; “Sen yalancısın.”derler.

Resul; “Allah’tan baÅŸka Ä°lah edinmeyin.” der.

Onlar; “Sen büyü yapıyorsun.” derler.

Resul; “Yetimi itip kakmayın.” der.

Onlar; “Din insanı geri bırakıyor.” derler.

Resul; “Dürüst olun, doÄŸru davranın.” der.

Onlar; “Sen bir göÄŸe çıksana.” derler.

Resul; “Nimetlerle şımarmayın, elinizdekileri paylaşın.” der.

Onlar; “Sen niye zengin deÄŸilsin.” derler.

Resul; “ Beni biraz dinler misiniz.” der.

Onlar; “Her birimize özel açık sahifeler indir, öyle gel” derler.

Peygamberler ne zaman toplumu ıslah edecek bir öneride bulunsalar, hakikati inatla inkâr edenlerin tavrı olaÄŸanüstü bir hal beklentisine girip gökten özel bir muamele talep etmek olmuÅŸtur. Herkesin gözünün önünde insanların ortak deÄŸerleri ve servetleri çalınıp dururken peygamberlerin zulme karşı çıkışlarını mucizeyle ispat etmesini istemek küstahlıktan baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir. ÖrneÄŸin Peygamberimizin arkadaÅŸlarından hiçbirinin böylesine bir mucize talebi ve beklentisi olmamıştır. Nitekim sözün doÄŸrusunu arayanlar nezdinde; peygamberlerin dediklerini yapmak için onlardan olaÄŸanüstü davranmalarını istemeye gerek de yoktur. Üstelik onlar yaÅŸantıları ile samimiyetlerini göstermiÅŸ ve bir çıkar peÅŸinde olmadıklarını açıkça ifade etmiÅŸlerdir. Söyledikleri her ÅŸeyin insanların yararına olduÄŸu ve toplumu ıslah etmenin dışında bir amaçlarının olmadığı da ortadadır. Zira o günden bugüne Kur’an’ı her defasında hakikatin sözcüsü olarak tescil eden önemli argümanlardan birisi de söz konusu ettiÄŸi ÅŸeylerin yaÅŸanılan hayatta reel ve müspet bir karşılığının olmasıdır.

Ä°lk bakışta dürüst davranmak ya da adaleti saÄŸlamak için gayba yaptıkları güya zorunlu her atıftan müÅŸriklerin sanki namuslu olmayı Allah’ın varlığına baÄŸlamak istedikleri anlamı çıkar. Ancak Kur’an’da bu konuya yapılan atıflara ve ortak aklın Rabb’in varlık tezahürlerine defaatle ÅŸahitlik etmesine raÄŸmen yola gelmemeleri bu iliÅŸki biçiminde de samimi olmadıklarını göstermektedir. Nitekim mucize olarak geçmiÅŸ peygamberlere verilen onca ÅŸey, bu olaÄŸanüstü ve gayba ait beklentilerini gerçekleÅŸtirmiÅŸ olmasına raÄŸmen atalarının onlarınkine benzer tavırlarını samimiyet ve imana dönüÅŸtürmeyi becerememiÅŸtir. Burada ki baÅŸarısızlık, geçmiÅŸte olduÄŸu gibi yine ve tamamen onlara aittir. Nasıl olmasın? Pek çok kevnî ayetten yüz çeviren birinin Kitab’a sarılması için kendince geçerli sebepler bulması kolay mı sanıyorsunuz. Bu kadar haksızlık karşısında irkilmeyen veya bunca maÄŸdur ve mazlumun iniltileri karşısında incelmeyen vicdan, ibret alması gereken ölümün dahi felsefesini kendine uygun bir metafora çevirmiyor mu sanki?

Belki de Ä°lah’ı olmayan bir tavrın namusu da olmayacağını düÅŸündüklerinden bilinçli olarak ÅŸirk koÅŸmaktadırlar. Paradoksun bu kadarı her yerde görülmez. Bir yandan “Allah” derken öte yandan ona ortak deÄŸerde güç ya da güçler üretmenin samimiyetle alakası yoktur. Anlaşılan müÅŸriklerin gayba dair ürettikleri asılsız ucubeler, namuslu davranmalarına zaten yetmiyor ve bunların düzmece ÅŸeyler olduÄŸu açıkça sırıtıyordu. Üstüne üstlük herkesin doÄŸru bildiÄŸi ÅŸeyleri yapmaları için Hz. Peygamber’e koÅŸtukları ÅŸartlar, onları komik duruma düÅŸürüyordu.  Zaten baÅŸtan inkâr ettikleri soyut ÅŸeyleri somuta indirgeme talepleri, sorumluluktan kaçmaları adına durmadan mazeretlere dönüÅŸüveriyordu. Aslında ortak kılarak buharlaÅŸtırdıkları Allah anlayışı, yeri geldiÄŸinde ayak takımı dedikleri ezilen halkları gütmek için iÅŸlerine yarıyordu. Ä°nkâr edenler, samimi olsalar, vahyin kiÅŸi ve topluma ait somut önerilerine kulak vermeleri gerekirdi. EÄŸer gerçekten dinleselerdi, Hz. Peygamber’in iyilik ve adaletten baÅŸka bir ÅŸey istemediÄŸini anlayacaklardı. Peki, somut öneriler dışında gayba ait alanda konuÅŸarak iÅŸi çıkmaza sokan ve tartışmayı baÅŸlatan kimdi? Kesinlikle müÅŸrikler. Bu sahaya iliÅŸkin spekülasyonlar yaparak insanların duygu ve düÅŸüncelerini sömürmeye kapı aralamasalar ve rahat dursalardı Ä°lahi vahyin temsilcileri bu konulara belki de hiç girmeyecekti. Hatta vahyin, bütün tahriklere raÄŸmen olabildiÄŸince bu sahadan uzak durması ve az bilgi vermesi bu anlamda kayda deÄŸerdir. Ä°nsanın yapı taÅŸları, fıtratı, iç sesi, sezgileri ve duygu dünyası dikkate alındığında ona Allah’ı ve ahiret gününü hatırlatmanın yaÅŸamsal deÄŸerde bir ihtiyaç olduÄŸuna hemen herkes ÅŸahittir. Nitekim sözü edilen alanda asgari düzeyde bilgi verilmesi de malum ihtiyaçlarını karşılaması ve zararlı ÅŸeylere yönelmesini önlemek için olmalıdır.

AÅŸağıdaki ayetlere dikkat ederseniz meleklere diÅŸi isimleri verenler ahirete inanmayanlardır. Devamında bunu yapanların dünya hayatından baÅŸka bir ÅŸey istemeyenler olduÄŸu tespiti yapılıyor. Açık söylemek gerekirse dünya hayatını inanan inanmayan herkes ister ve istemelidir de. Ancak dünya; günaha, kötülüÄŸe ve ÅŸerre batarak elde edilince yaÅŸanılası bir yer olmaktan çıkıyor. Sadece dünyayı istemek eÅŸyaya deÄŸer katan kabuÄŸu yok edip soyulmuÅŸ portakala çeviriyor. Arzu ve istekler, bir kere ısırılıp bırakılmış bir meyve gibi dizginlenemiyor. Bu yüzden bütün iyilik ve kötülük tanımlamalarının dünyaya ait bir karşılık taşıması ve kötü olan ÅŸeylerden kaçınılması gerekiyor. Bu anlamda inkâr edenlerin tartışmaları gayba ait alanda sürdürmek istedikleri buna karşılık Allah’ın iyi ve kötü hareket etme düzleminde olayı dünyaya taşımak istediÄŸi görülüyor. Gayb insan idrakine kapalı bir alan olduÄŸu için dini kendi çıkarları doÄŸrultusunda tasarımlamak isteyenlerin taktiÄŸi bu. Hurafe ve hikâyelerle destekledikleri anlatımları din yerine koyarak imanı hayatın dışına atmak istiyorlar. Dine; zevklerine, eÄŸlencelerine ve harcamalarına karışmayacak bir alan tahsis ederek parçacı bir yaklaşım öngörüyorlar. Kutsalı bol, seremonisi bol, tatmini bol bir çerçeve çizerek dine dünyadan uzak bir saha peydahlıyorlar. Onlar için bu saha, iÅŸlenen günahların sonsuz merhamet havuzunda hoÅŸ görülüp affedildiÄŸi bir rahatlama zemini ve sadece bir vicdan temizleyici olarak kalıyor.

“Åžüphesiz âhirete iman etmeyenler, meleklere diÅŸi isimleri veriyorlar. Hâlbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece zanna uyuyorlar. Åžüphesiz zan, hakikat namına hiçbir ÅŸey ifade etmez. Öyle ise bizim zikrimizden (Kur’an’dan) yüz çeviren ve dünya hayatından baÅŸka bir ÅŸey istemeyen kimselerden yüz çevir. Ä°ÅŸte onların ilimden ulaÅŸabildikleri nokta! Åžüphesiz senin Rabbin, yolundan sapanı daha iyi bilir. O, hidayete ereni de daha iyi bilir. Göklerdeki her ÅŸey, yerdeki her ÅŸey Allah’ındır. (Bu) kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, iyilik edenleri de daha güzeliyle mükâfatlandırması için (böyle)dir. Onlar, ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve çirkin iÅŸlerden uzak duran kimselerdir. Åžüphesiz Rabbin, bağışlaması çok geniÅŸ olandır. Sizi, topraktan yarattığında da ve analarınızın karnında ceninler iken de, en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, Allah’a karşı gelmekten sakınanları en iyi bilendir.” (Necm, 53/27–32)

Ahirete inanmayanların meleklerle ne iÅŸi olabilir? O gün, insanların ihtiyaçlarını ve olası meraklarını gidermek için hâkim güçler, sahte bir din oluÅŸturup içini istedikleri gibi dolduruyorlardı. Bu faaliyetlerinin özellikle gayb alanına yönelik olduÄŸu görülüyor. Zaman içerisinde müslümanlarla kâfirler yer deÄŸiÅŸtirdi. YahudileÅŸme temayülünde olduÄŸu gibi karşı çıkmaları gereken ÅŸeyleri kendileri savunur oldular. Hurafelerle donanmış, mübarek gecelerle sarmalanmış, cami ile sınırlandırılmış, yatır ve türbelerle aldanmış, cin, büyü, cifr, efsun, ebcet, nazar hikâyeleriyle beslenen pek çok garip konuları bizzat müslümanlar savunur veya anlatır hale geldi. Hâlbuki din, yetimin başını okÅŸamak ve açın halinden anlamaktı. Emek sömürüsünün, tartı ve ölçüyle aldatmanın, insanları küçük görmenin karşısında olmaktı. Nitekim inananlar nezdinde de haklı olmanın karşılığı, gayba ait bir iÅŸaret beklemek olmamalıdır. Sonuç almak açısından ahlakî bir davranışın önem ve etkisi, gayba dair beklentilerin önünde tutulmalıdır. ÖrneÄŸin Müddesir suresinde ÅŸirkten uzak durmak, iyiliÄŸi bir kazanç aracı yapmamak, servet içinde yüzerken toplumundan yüz çevirmemek gibi nasihatlerin ardından gelen cevap ÅŸudur;

“Sonra arkasını döndü ve büyüklük taslayıp ÅŸöyle dedi: ‘Bu, ancak nakledile gelen bir sihirdir.’ ” (Müddesir, 74/23, 24)

Dünyayı daha yaÅŸanılır bir yer yapmanın sihirle ne alakası olabilir? Gündem saptırma veya provoke etme denilebilecek bir tavırdır bu. Åžirkin insanı küçük düÅŸüren tavrına karşı çıkmaktan aklı başında olan biri ÅŸikâyet edebilir mi? Nitekim devam eden ayetlerde insanı cehenneme sokan eylemlerinin tamamının dünyada yaptığı kötülükler olduÄŸu anlatılır;

“Onlar (cennet) bahçelerinde (oturarak) soracaklar günahkârlara: ‘Sizi bu cehennem ateÅŸine sürükleyen nedir?’ Berikiler ‘Biz’ diyecekler, ‘Ne namaz kılanlardan idik, ne de yoksulları doyururduk ve kendilerini günaha kaptıran (diÄŸer) günahkârlar ile birlikte günaha dalmıştık ve hesap günü’nü yalanlamıştık.’ ” (Müddesir, 74/40–46)

 

Gayb’ı TaÅŸlamak

Gayb’a ait yeterince bilgi verirken dahi Kur’an’ın amacı, dünyaya ait hayati öÄŸütler vermektir. Bizim ait olduÄŸumuz yer en azından ÅŸimdilik dünyadır. Ahiret ve onun içeriÄŸi ile ilgili bilgiler, insanın bu dünyada sorumluluk sahibi olarak hesap vereceÄŸi bilincini edinmesi ile ilgilidir. Kur’an’da ahirete yönelik anlatımların hepsi insanın yeryüzündeki davranışlarını olumlu yönde etkileyerek sorumluluk sahibi ve mutlu olmasını temine yöneliktir. Bu sebeple Kur’an’da tarihte olmuÅŸ bir olay sunulurken sadece verilen mesaja odaklanılır. DiÄŸer pek çok unsur bilinçli olarak ihmal edilir. Bu durumda verilen mesajı göz ardı ederek ayrıntıda boÄŸulmak abestir ve bu ÅŸekilde bilginin konusu olamayacak yaklaşımlarla oyalanmak “gayb’ı taÅŸlamak” olarak nitelendirilir. ÖrneÄŸin;

“(Ey Muhammed!) Bazıları bilmedikleri ÅŸey hakkında atıp tutarak: “Onlar üç kiÅŸidirler, dördüncüleri köpekleridir” diyecekler. Yine, “BeÅŸ kiÅŸidirler, altıncıları köpekleridir” diyecekler. Åžöyle de diyecekler: “Yedi kiÅŸidirler, sekizincileri köpekleridir.” De ki: “Onların sayısını Rabbim daha iyi bilir. Zaten onları pek az kimse bilir. O hâlde, onlar hakkında (Kur’an’daki) apaçık tartışma(yı aktarmak) dan baÅŸka tartışmaya girme ve bunlar hakkında onlardan hiçbirine bir ÅŸey sorma.” (Kehf, 18/22)

Burada vurgu, bir grup gencin kendi devirlerinde iÅŸlenen zulümlere karşı haksızlıkları kabul etmeyerek takındıkları erdemli, dürüst ve onurlu tavırlarınadır. Kaç kiÅŸi olduklarının önemi yoktur. Ne kadar zaman uyuduklarının da (18/25). Konuyu kiÅŸi adedine ve yıl sayımına indirgeyerek bilinmesi mümkün olmayan bir sahaya çekerek gündemi saptırmak, gaybı taÅŸlamaktır. Ayrıca bu mücadele ve arkasından gelen Ä°lahî yardımı göz ardı ederek onları “uyuyan yediler” gibi fantastik ve gizemli içeriÄŸiyle kutsayarak ele almak büyük bir yanılgı olur. Amaç onların yattığı varsayılan maÄŸarada kaya ve taÅŸlara sürünerek derdine çare bulmak deÄŸil haksızlıklara karşı dik durabilmenin örneÄŸini edinmek olmalıdır.

Gayb’a ait tasavvurların hurafelerle donanmış yalancı karşılıkları insanlara geçici bir haz verebilir. Hatta bazen soru ve sorunları çözmüÅŸ gibi de gözükebilir. Ancak sahte çözümlerin gerçeÄŸin yerine talip olması enerjinin boÅŸa harcanması demektir. Kızını evlendirmek, üniversiteye girebilmek, oÄŸluna iÅŸ bulabilmek gibi somut ve gerçek taleplerin bu türden yaklaşımlarla ortadan kaldırılmak istenmesi, bu konularda çözüm üretme sorumluluÄŸu olan doÄŸru adresleri göz ardı etmemize sebep olurlar. Hakkını aramak ve hesap sormak gibi erdemler konusundaki tembellik ve acziyetlerimizi yeni mazeretlerle besleyip büyütmemize yol açarlar. Hayata ait beklentilerini gerçekleÅŸtiremedikleri için buralara yönelen kimselerin bu yaklaşımlarının özellikle sorumluluklarını yerine getirmeyen yöneticilerin iÅŸine geldiÄŸini de unutmamak gerekir.

Ä°nsanın bilmediÄŸi ÅŸeylerin peÅŸinden koÅŸması doÄŸru deÄŸildir. Üstelik bir ÅŸey bilmeyenin “Bilmiyorum.” demesi de bir erdemdir. Allah’ın Resulü, bu konuda oldukça titiz davranmıştır. Nitekim kendisinden bu saha ile ilgili olarak bir ÅŸey bildirilmeyen konularda açıkça “Bilmiyorum.” denmesi istenmiÅŸtir.

“De ki: ‘Ben (Allah’ın) elçilerin(in) ilki deÄŸilim ve (onların tümü gibi) ben de, bana ve size ne olacağını bilemem, sadece bana vahyolunana uyuyorum çünkü ben sadece açık bir uyarıcıyım.’ ” (Ahkaf, 46/9)

Hz. Peygamber’in gayba dair bildiÄŸi ÅŸey sadece kendisine bildirilendir. Bu da Kur’an’da verilen bilgi kadardır. Dünya’ya ait iÅŸlevsel bir deÄŸeri olmadığından olsa gerek bu konularda daha fazla bilgiye ihtiyaç duyulmamıştır. Nitekim ya müÅŸriklerin yanlış bir tasavvurunu düzeltmek veya inananları motive etmek için verilen bilgiler yeterli görülmüÅŸtür. Hz. Peygamber’in dahi bilmediÄŸi bir konuda akıl yürüterek sonuç almanın imkânı yoktur. Allah, gayb kapsını kıyamete kadar kapatmıştır. Böylelikle birilerinin sahte din oluÅŸturmasına ve insanları kandırarak sömürmesine fırsat verilmemiÅŸ, imkân tanınmamıştır. Din sadece onundur. Ve artık gayb, çilingiri olmayan bir kapının ardındadır.

Kur’an’n açtığı alan dışında gayba yeni bir saha oluÅŸturmak yerine dünya da olup biten ÅŸeylerin farkına varmaya ve nerede nasıl davranacağımıza dair ilkeli bir duruÅŸ için gerekli zaman ve cesareti bulmaya çalışmak önemini hâlâ koruyor. Ä°nsanlar, gabya ait tasavvurları Kur’an’ın çizdiÄŸi sınırlar dışına çekerek çeÅŸitlendirme gayretlerinden ÅŸimdiye kadar fayda görmemiÅŸlerdir. Ayakları yere basmadığı sürece hiçbir çözüm önerisi de iÅŸlevsel deÄŸildir. Unutulmamalıdır ki; insanların gerçek ve somut sorunlarına -Kur’an’da verilen bilgiler dışında- gabya ait kurgularla yaklaÅŸanların art niyetlerinden ÅŸüphe etmek inandığı ÅŸeyleri ciddiye alan herkes için bir gerekliliktir.

Kaynak:  Söz ve Adalet / 6-7. Sayı

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.